Sizce bir takım taraftarı olmanın şartları nelerdir?
Tutku mu, bağlılık mı, rekabet mi yoksa maç izleme devamlılığı mı? Ya da sorulduğunda sadece ağza sempatik gelen bir takım ismini, diyalog arasında paylaşmak ve varlığını; “Hangi takımlısın?” sorusunu cevaplamana kadar unutmak mı? Ben bugün iliklerine kadar Fenerbahçe’yi hisseden, taraftar kimliğini bütün tanımlarının önüne koyan büyük Fenerbahçe taraftarından ve yaşadığı travmaların yeşil zemindeki etkisinden bahsedeceğim.
2006 Denizli’den başlayıp, Burak Yılmaz’ın orta açarken kaleye doğru yönelen vuruşuyla alevlenen, bir temmuz sabahı ateşli bir verem gibi ciğerlerde hasar bırakan bu travmanın, İrfancan’ın şampiyonluk golüne giderken hamstring kas grubunda oluşan yaralanmada etkisi olduğunu düşünüyorum.
Fenerbahçe iyileşme dönemini geçiren, hastalıktan kurtulmak için basit ve hızlı bir yol arayışında olan kronik bir hasta olduğunun farkında değil.
Ünlü biyolog Robert M. Sapolsky’nin ortaya attığı bir sorudan yola çıkalım;
“Zebralar neden ülser olmaz?”
Otlanırken saldırıya uğrayan bir zebra, saldırıyı atlattıktan kısa bir süre sonra sanki o vahşi travmayı yaşamamış gibi otlanmaya devam eder. Sistemi savaş-kaç olan zebra kısa bir süre sonra beslen-dinlen halini alır. Peki sizce yaşadığı travmayı zihninde taşısaydı iyileşme dönemine girebilir miydi? Tabii ki hayır! Bir sonraki saldırıda da muhtemelen hazırlıksız yakalanırdı. İşte tam bu nedenle Fenerbahçe’nin yeşil zeminde zebralara (Tadic-Dzeko) ihtiyacı var.
Tadic ve Dzeko'nun varlığı iyileşme döneminde olan taraftarı korumakla kalmıyor aynı zamanda toparlanma zeminini de hazırlıyor. Büyük Fenerbahçe taraftarı sahadaki zebralarına sahip çıkıp onlardan öğrendikleri ile tekrardan güçlü olmanın peşinde koşmalı ve travmayı atlatmalı. Yani artık zebra olmalı…