Hakem mevzusu memleket futbolunun ana gündemini daha ikinci haftadan esir almış durumda. Önce Galatasaray- Giresunspor, daha sonra Alanyaspor-Beşiktaş maçları sonrası ana gündem maddemiz futbol değil, ne yazık ki yine hakemler oldu. İşin ilginç yanı, her yıl tekrarlanan ve eğitimli izleyiciyi futboldan uzaklaştıran bu durumla ilgili hiçbir hamle yapılmaması. Hakem eğitimleri, hakem performans değerlendirmesi, hakem seçimi neye göre yapılıyor, kamuoyunun bu konuda hiçbir fikri ve bilgisi yok. Bununla ilgili bir düzeltme, bir geliştirme yapılıyor mu? Bunu da bilmiyoruz. Ve yıllardır maruz kaldığımız hakem performansları yüzünden, memleket futbolunda çok ciddi bir güven sorunu oluşmuş durumda. Elbette hakem insan, elbette hata yapabilir. Benzer hataların daha vahimleri Premier Lig'de bile yapılıyor. Bunların hepsi doğru. Ancak buradaki hatalar o kadar bariz ve sürekli ki, futbolsever artık hakemin becerisini değil, niyetini sorguluyor. İngiltere'de hakem hata yaptığında, en fazla o hakemin görme yeteneğiyle ilgili şakalar yapılıyor. Bizde ise ilk akla gelen ''bize operasyon yapıyorlar'' cümlesi oluyor. Bu haftaki anti kahramanımız Yasin Kol. Ekranların en asıp kesmeyen, en naif hakem programı olan yayıncı kuruluşun TRİO'su bile, tek bir maçta '1 kırmızı kart fazla, 2 kırmızı kart eksik'' tespitini yapıyor. E böyle bir hakem performansından sonra saha içinde kalmak, işin tekniğini konuşmak her babayiğidin harcı değil. Ülke futbolunun gelişmesini istiyorsak, toplu bir değişime ihtiyaç var. Bu değişimi yapamazsak, Konferans Ligi'ne katıldığımızda, sevinir hale geliriz. HOCA KRİZİ YÖNETEMEDİ ! Alanyaspor - Beşiktaş maçını 2 ayrı bölümde değerlendirebiliriz. 3-0'lık skora kadar, ne yaptığını bilen, rakibin zaaflarını görmüş, dersine iyi çalışmış bir Beşiktaş vardı sahada. Kartal Kayra yerine Berkay Vardar'ın tercih edilmesi, çalışılmış korner ile gelen ilk gol, Alanya'nın sağ tarafına Nkoudou'nun yaptığı koşular, Salih Uçan'ın tam bir 8 rolüne bürünmesi, hepsi Valerien Ismael ve teknik ekibine yazılacak önemli artılar. Belli ki hoca rakibi iyi analiz edip, iyi bir plan yapmış. Buraya kadar her şey tamam. Ancak futbol, öyle bilardo gibi, masa tenisi gibi elit bir spor değil. Futbol, içinde her türlü mücadeleyi, her türlü sorunu barındıran bir oyun. Berbat zeminler, rakip taraftar baskısı, yağabilecek çok yoğun kar-yağmur, beklenmeyen ağır bir sakatlık ve en nihayetinde hakem hataları, hepsi futbolun birer öğesi. Hakem Yasin Kol'un saçma sapan performansına yukarıda değindik. Verdiği kartlar, vermediği fauller, ne karar vereceğini kendisinden başka kimsenin bilmediği korkunç bir hakem yönetimi ve bunun sonucunda 1 kişi eksik kalan Beşiktaş. Elbette tüm fatura hakeme kesilebilir. Ancak bu biraz işin kolayına kaçmak olur. Beşiktaş tarihinde ilk kez 10 kişi kalmıyor. Üstelik bu 10 kişi kalma hali, takımların çok sık başına gelen bir durum. İtalyan teknik adam Conte'nin haftada 2 gün takımına 11'e 10 maç yaptırması da bunun bir göstergesi olsa gerek. Ismael 10 kişi kaldıktan sonra, yapabileceği en hatalı değişiklikleri yaparak, oyunu tamamen Alanyaspor'a verdi. Takımın 2 oyun kurucusunu birden çıkartmanın yanı sıra, Alanyaspor gibi topla tüfekle hücum eden bir takıma karşı, kadronun tek sprinter ismi Nkoudou'yu oyundan almak, adeta intihar gibiydi. Bu değişiklikler sonucunda Beşiktaş topu tamamen rakibe verip, kalenin önünde etten bir duvar oluşturdu. Modern futbolda 9 kişi kalmadıysan, rakip de Manchester City değilse, bu tarz bir oyunu tercih edemezsin. Bu plan doğrultusunda Beşiktaş ikinci yarıda tam 39 isabetli pas yaptı. Yani dakika başına 1 tane isabetli pas yapamayan bir takım vardı sahada ve bunun neticesinde 3 gol birden yemeleri hiç de anormal değildi. Hocanın olası bir saha içi krizi karşısında, Barnsley'de yaptıklarını burada denemesi çok garip değil. Ancak Ismael'in Beşiktaş'ın ''ölümüne kapananan' bir takım hüviyetini kabul etmeyeceğini, buranın Barnsley olmadığını çoktan kavramış olması gerekiyordu. Beşiktaş, 2 sezon önce Fenerbahçe'yi deplasmanda 4-3 yenerken de 10 kişiydi. Kimse hocadan böyle bir kahramanlık hikayesi beklemiyor. Ancak kulüp DNA'sının hocaya biraz daha iyi anlatılması şart gibi duruyor. FENERBAHÇE'YE AÇIK OYNARSAN ! Fenerbahçe, Kasımpaşa'yı 6-0'lık skorla geçerken, biraz da rakibinin kendine anlamsız bir şekilde güvenmesinden faydalandı. Jorge Jesus geçen haftadan ders almış olacak ki, Kasımpaşa karşısında fizik kalitesi yüksek 2 oyuncusu, Osai ve Zajc'ı sahaya sürerek, takımın yumuşak karnını sertleştirmişti. Rakip de, Ümraniyespor gibi sert bir takım olmayınca, iş Fenerbahçe'nin becerikli ayaklarına kaldı. Kasımpaşa'nın, Liverpoolvari bir taktikle, takım savunmasını santra çevresinde kurması, futbolun gerçeğinden çok uzaktı. Nitekim iyi koşu yapan her Fenerbahçeli futbolcu maç boyunca pozisyon buldu. İlk golde Ferdi'nin 50 metrelik uzun pasının, kırmızı kart pozisyonunda Altay'ın degajının, Fenerbahçeli futbolculara gol pozisyonu doğurmasının sebebi tam da buydu. Fenerbahçe'nin boş alan bulduğu zaman rakibi parçalayacak kapasitedeki iki hücumcusu, King ve Valencia, bu fırsatı kaçırmadı. Kırmızı kartın peşine, Lincoln, Emre Mor ve Zajc'ın üretkenlikleri de eklenince, Fenerbahçe rahat bir galibiyet aldı. Kasımpaşa maçı, Jesus takımlarının en önemli özelliği olan ''iştahlı bir şekilde, hiç durmadan ileriye oynama'' felsefesinden esintiler vermesi açısından da önemliydi. Sarı lacivertlilerin 4-0 öndeyken bile, ceza sahasında 5 kişiyle gol araması, iştahın ta kendisiydi. Elbette bir de Arda Güler konusu var. 2005'li bir çocuğun, Süper Lig'de bu kadar etkili işler yaptığını uzun yıllardır görmemiştik. Attığı 2 gol öncesi yaptığı, Avrupalıların first touch, bizim top kontrolü dediğimiz mevzuda gösterdiği beceri bile, onun ne kadar özel bir oyuncu olduğunun işareti gibiydi. Bizim altyapılarımız futbolcu eğitme konusunda çok maharetli olmadığı için genç bir oyuncunun, yıldız sınıfında yer alması için doğuştan gelen özel yeteneklere sahip olması gerekiyor. Arda da bu yetenek fazlasıyla var. Fenerbahçe, Sergen Yalçın gibi, Arda Turan gibi, Emre Belözoğlu gibi Türk futboluna damga vuracak bir yeteneği yakalamış gibi gözüküyor. Umarım kariyeri doğru şekilde ilerler ve ilerleyen yıllarda Avrupa'nın 5 büyük takımından bir tanesinde onu izleriz. Bir not da Kasımpaşa için yazalım. Geçen sezon oynadığı futbol ve topladığı puanla ligin flaş ekibi olan bir takımın 13 oyuncuyla vedalaşıp, 13 oyuncu transfer etmesini anlamak mümkün değil. Modern futbolda iyi bir takım kurulur ve ona birkaç takviye yapılarak yola devam edilir. Merak ettim, geçtiğimiz sezonlara da baktım, devre arası transfer dönemini de sayarsak her yıl 25-30 oyunculuk bir sirkülasyon yaşanmış. Meşhur Football Manager oyununun gerçek hayat versiyonu gibi bir durum var orada. Enteresan bir transfer modeli. Umarım uzun vadede başarılı olurlar. OKAN BURUK'UN PLANI TUTMADI! Galatasaray, kendi sahasındaki ilk lig maçında, 50 bin taraftarının önünde beklenmedik bir mağlubiyet aldı. Bu puan kaybını ideal kadro üzerinden okumak zor. Çünkü 2 flaş transfer Torreira ve Mertens'in takımla çıktıkları antrenman sayısı 4 bile değil. Ancak bu mağlubiyet Okan Buruk'un saha içi stratejisindeki defoların net bir şekilde orta çıkmasını göstermesi açısından önemli. Okan Buruk, Başakşehir'de olduğu gibi, oyun planını 2 kanat hücumcusunu içeri atıp, 2 bekini ileriye sürmek üzerine kurmuştu. Kağıt üzerinde oldukça başarılı gözüken bu plana göre, top kanatlara geldiğinde, Kerem ve Yunus ceza sahasına yönelecek, orta saha 3'lüsü de 18 üzerine baskı yaparak, rakibi boğacaktı. Ancak bu planda 2 tane büyük eksiklik ortaya çıktı. Galatasaray'ın kanat hücumcuları, parlak kariyerlerini koşu yaparak değil, topu sürme becerisiyle oluşturan isimlerdi. Yani Kerem ve Yunus topu aldıklarında rakiplerini çaresiz bırakacak potansiyele sahipler ancak ''ceza sahasına koşu yapın, oralarda topla buluşun'' motto'su pek de onların oyun karakterine uygun değildi. Planın 2'nci büyük kusuru ise atağa katılan beklerin hücum becerilerinin çok düşük olmasıydı. Sacha Boey 6 ortanın sadece 2'sinde isabet sağlarken, Van Aanholt'un 3 ortası da hedefe ulaşmadı. Bu iki oyuncunun yaptığı toplam top kaybı ise 30'dan fazlaydı. Tüm bu aksaklıklara Emre Akbaba'nın düşük performansı da eklenince, Galatasaray istediği hücum baskısını bir türlü yapamadı. Giresunspor maçında dikkat çeken bir diğer durum ise Galatasaray orta sahasındaki temaslı oyuncu eksikliğiydi. Mevcut orta sahanın tamamının ayağının iyi, teknik isimlerden oluşması elbette çok önemli. Ancak orta sahadaki sertlik yeteri kadar yüksek olmayınca, Giresunspor kaptığı her topu rahat bir şekilde 3.bölgeye yollayabildi. Maç sonu dikkat çeken Galatasaray şut isabetinin yüzde 14, Giresunspor şut isabet oranının yüzde 80 olması da biraz bunun göstergesi. Giresunspor'un maç boyunca çektiği 5 şutun 4'ünde isabet sağlamasını, hücumcularının becerisi üzerinden değil, Galatasaray savunmasının onlara iyi şut çekme fırsatı vermesi üzerinden okumak daha mantıklı. Bu şekilde kilitlenmiş bir oyuna yapılacak en yanlış hamle Gomis'i almaktı ve Okan Buruk da tercihini bu yönde kullandı. Orta sahadan bir oyuncu çıkartıp, pres gücü olmayan 2'inci santraforu sahaya sürmek, Galatasaray'ın hücum gücünü yükseltmek yerine, Giresunspor'un daha rahat çıkmasına sebep oldu. Bu mağlubiyet Okan Buruk'a başka planlar üzerinde çalışması gerektiğini anlatması açısından önemliydi. Oyunun genel yapısına bakıldığında Galatasaray'ın çok kötü oynamadığını ancak ufak dokunuşlara ihtiyacı olduğunu da söylemek mümkün. TRABZONSPOR'UN SLOGANI: DÜŞÜK VİTESTE KAZANMAK Geçen sezonun şampiyonu için lige en hazır takım demiştik. Nitekim 2'de 2 yaparak daha şimdiden rakiplerinin bir adım önüne geçmiş durumda. Fikstür kolaylığı, zorluğu bir yana, rakip kim olursa olsun, ilk hafta maçlarının ne kadar sıkıntılı olduğunu hep beraber tecrübe ediyoruz. Hatayspor maçı kağıt üzerinde kolay gözükse de, Serkan Özbalta'nın oyun planı oldukça başarılıydı. Falette - Vranjes tandemini, becerikli orta saha 3'lüsüyle doğru şekilde birleştiren Serkan Özbalta, Trabzonspor'un oyun kurgusunu ilk yarıda bozmayı başardı. Hatayspor'un pas isabet oranındaki başarısı, Trabzonspor'un topu almasını engellerken, ilk yarı sona erdiğinde güney ekibinin topa sahip olma oranı yüzde 60'ı gösteriyordu. Bordo Mavililer ise alışık olduğumuz kurgunun dışında oynayıp, topu rakibe bırakıp, hızlı paslaşmalarla etkili olmaya çalıştı. Bunun sonucunda rakip kaleye ilk yarıda 13 şut gönderdiler ki, topa yüzde 40 hakimken, rakip kaleyi bu kadar yoklamak hiç de fena bir istatistik değildi. Abdullah Avcı 2'nci yarıda yaptığı Abdülkadir Ömür hamlesiyle oyunu almayı başardı. Özellikle 60'tan sonra geçen sezonki baskıyı çok net bir şekilde gösterdiler. Oyunu Trabzonspor'a döndüren Abdülkadir Ömür gole de imzasını atarak, maçın adamı olmayı haketti. Trabzonspor'un oynadığı 2 maça baktığımızda geçen sezon gösterdikleri tempoya ulaşamadıklarını net bir şekilde görebiliyoruz. Ancak düşük vitesle alınmış 2 galibiyet, takımın bu oyunu da becerebildiğini gösteriyor. Trabzonspor açısından sabırla, sakince top çevirip, topu 3 direğin içine atabilmek, bu sezon çok daha kıymetli. Neticesinde Şampiyonlar Ligi gibi bizim takımlarımızın oyun kurgusunu paramparça edebilecek bir organizasyona katılma ihtimalleri var. Hem ligi hem Avrupa'yı bir arada götürmek açısından, düşük tempoyla kazanabilmek, çok kıymetli bir maharet. Fırat Günayer