Dünyanın her yerinde olduğu gibi Trendyol Süper Lig’de de zaman geçirme ve oyun yavaşlatma tartışmaları yıllardır gündemi meşgul etmekte olan bir sorun.

Bu hafta oynanan Galatasaray Eyüpspor maçından sonra Okan Buruk "Rakibimizde yerde yatmayan oyuncu yoktu. Zaten kaleci hep geç başladı. Rakibimizin bugün iyi niyetli olduğunu düşünmüyorum. Birçok oyuncu yerde yattı. Tam pozisyona giriyoruz. 2 kişi yere yatıyor. Eklenen dakikalar da yetersizdi. Çok fazla zaman geçirildi” seklinde bir açıklama yaptı ve bu duruma müsaade maçın hakemini eleştirdi. 

Bu durumu daha önceden de eleştirmiş olan birçok teknik direktör gibi Okan Hoca da çok haklı. Ama bence burada asıl mağdur olan özellikle stattaki binlerce taraftar ve ekran başındaki milyonlarca seyircidir.  

Bir futbol maçı izlemek, sadece bir skoru takip etmek değil; bir hikâyeye tanıklık etmektir. Maç boyu skoru korumak adına vakit geçiren, daha doğrusu zaman “çalan”, mücadeleden kaçınan futbolcular aslında günü kurtarmak adına farkında olmadan yapmakta oldukları sporun değerini düşürüyorlar. Taraftarlar, gönül verdikleri takımın yeteneklerini izlemek, yıldız oyuncuların gösterilerine şahit olmak ve mücadele dolu bir maç izlemek için hem zamanlarını hem de paralarını harcıyorlar. Ancak sahada zaman geçirmek için yere yatan, attıkları golün ardından süreyi tüketmek adına “sakatlık” numaralarına başvuran, ya da taç atışı için ağırdan alan futbolcular bu şovu bozuyorlar. Maçta puan kazanmak uğruna, bu tabiri özellikle kullanacağım, profesyonellik kisvesi altında yaptıkları bu “hırsızlık” sadece rakip takımı değil, aslında kendi taraftarlarını ve sporun ruhunu da yaralıyor.

Gelişmiş toplumlarda stadyuma gelen bir seyirci, bilet parasını sadece bir skor görmek için değil, iyi bir oyun izlemek, mücadele ruhuna tanıklık etmek ve futbolun büyüsünü yaşamak düşüncesiyle öder ve bunun da karşılığında alması gereken hizmetin bilincindedir. Bizimki gibi maalesef gelişmemiş toplumlarda ise daha çok günü kurtarmak ve kısa vadeli kazanç sağlamak ve ne şartlarda olursa olsun takımlarının kazanması odaklı bir düşünce vardır. O yüzden bizim ülkemizde maçı önde götüren takımın futbolcusu istediği gibi zaman geçirebilir ve bu da o takımın taraftarları için son derece kabul edilebilir bir durumdur. 

Halbuki futbolcular, kazanmak için vakit geçirirken, aslında içinde bulundukları sektörün, futbolun kaybetmesine neden olduklarını fark etmelidir. Spor, sadece kazanmak üzerine kurulu bir mücadele değil, aynı zamanda tribünleri dolduran, ekran başındaki milyonları büyüleyen bir şov oyunudur. Eğer sen bu şovu izleyenlere hakkını vererek sunmazsan yarın o izleyenleri kaybedersin. 

Burada kritik nokta, taraftarların da bu davranışları sorgulama bilincine sahip olmasıdır. Vakit geçiren futbolcular, kendi takımlarının futbolcuları dahi olsa, taraftar bu durumun spora zarar verdiğini fark etmeli ve paralarını ödedikleri bu şovda kandırıldıklarını düşünebilmelidir. Bilinçli taraftar, yalnızca rakip takım oyuncularının vakit çalmaya yönelik hareketlerini değil, kendi takımındaki bu tür hareketleri de eleştirmelidir. Kendi oyuncusunun maçı kazanmak adına yerde yatmasını desteklememeli, aksine ona “Ayağa kalk ve adam gibi oyna!” diyebilmelidir.

Sonuç olarak futbol bir şov oyunudur ve yalnızca sonucu değil, süreciyle de değerli olmalıdır. Sahada geçirilen her dakika taraftarın hakkıdır ve futbolcular, hangi takımda oynarsa oynasın, bu hakkı koruma sorumluluğuna sahip olmalıdır. Futbolun ruhunu korumanın yolu hem sahada hem de tribünde adalet duygusunu ve mücadele ruhunu savunmaktan geçer ve oyuncular kadar taraftarların da bu bilinci geliştirmesi gerekir. Kazanmak kadar, kazanırken nasıl bir yol izlendiği de önemlidir. Taraftarlar, takımlarını yalnızca başarılarıyla değil, sergiledikleri oyunla ve ahlaklı davranışlarıyla da değerlendirebilmelidir.