Bugün, efsane başkan Aziz Yıldırım’ın açıklamasıyla Fenerbahçe camiasının eksikliğini derinden hissettiği bir liderlik örneği gördük. “Fenerbahçe pes etmez!” diyerek camiaya birlik çağrısı yapan bu tek bir mesaj, Fenerbahçe’nin nasıl bir profil ile yönetilmesi gerektiğini de açıkça ortaya koyuyor.

 Yıldırım’ın yıllar sonra bile camia üzerindeki etkisi, güçlü bir liderlik anlayışının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Bu açıklama, sadece bir moral kaynağı değil, aynı zamanda yönetime de bir ders niteliğindeydi.

Ali Koç ve yönetiminin yıllardır yapamadığı bu liderliği, tek bir mesajla hayata geçirmek, Yıldırım’ın Fenerbahçe için ne anlam ifade ettiğini çok net gösteriyor. Bu, Fenerbahçe’nin başarı için yalnızca saha içindeki performansa değil, saha dışındaki doğru liderliğe de ihtiyaç duyduğunun altını çizen bir durum. Bugün Aziz Yıldırım’ın camiaya verdiği mesaj, geçmişte bu kulübü ayağa kaldıran o birlik ruhunu yeniden hatırlattı.

Ancak, bu çağrının yalnızca sözde kalmaması gerekiyor. Fenerbahçe, geçmişte olduğu gibi bu birliktelik duygusunu sahaya yansıtmalı ve hem oyun gücünü hem de camianın inancını tekrar kazanmalı. Aziz Yıldırım’ın da söylediği gibi, henüz hiçbir şey bitmiş değil. Bugün oynanacak Başakşehir maçı, yalnızca bir maç değil, Fenerbahçe’nin yeniden kenetlenip sezonu çevirebileceğini gösterme fırsatıdır. Bu birliktelik mesajı, sahada net bir şekilde hissettirilmeli ve Fenerbahçe’nin pes etmeyen kimliği tekrar hatırlanmalıdır.


Fenerbahçe, maça yüksek bir mücadele ve enerjiyle başladı. Dakikalar ilerledikçe, bu mücadelenin sadece sahada değil, tribünlere ve camiaya bir reaksiyon yaymak amacı taşıdığını görmek mümkündü. Gol geciktikçe takımın hırsı ve mücadelesi daha da arttı. Özellikle oyundan düşmeye başladığı anlarda, Amrabat’ın gösterdiği harika reaksiyon takımı adeta yeniden ateşledi. Bu ateş, Dzeko’nun usta işi bitiriciliğiyle birleşince Fenerbahçe aradığı golü buldu ve öne geçti.

Başakşehir ise golün ardından stresi yönetmekte zorlandı. Sahaya yansıyan gereksiz öfke, rakibin 10 kişi kalmasına sebep oldu. Ancak gerginliği artıran isimlerden biri, yine Deniz Türüç oldu. Eski bir Fenerbahçe oyuncusu olarak, her Başakşehir maçında olduğu gibi, bu maçta da ortamı germeyi başardı. Daha önce Oosterwolde’ye yaptığı yumruk hareketiyle cezalandırılmayan Türüç’ün bu tutumu gerçekten anlaşılmaz. Fenerbahçe gibi bir kulüpte forma giymiş bir oyuncunun, en azından bir miktar saygı göstermesi beklenirdi. Ancak sahadaki bu agresiflik, oyunu kontrol etmek yerine kaosa sürükleme çabası olarak kaldı ve Başakşehir’e zarar verdi.

İkinci yarıda maç farka gider mi diye düşünürken, Fenerbahçe taraftarın sinirleriyle oynar gibi basit bir hata yaparak bitmiş maçı rakibine yeniden canlandırdı. O anlarda tribünlerde derin bir sessizlik ve akıllarda kötü senaryoların dolaştığına eminim. Neyse ki El Nesry’nin kafayla attığı olağanüstü goller, bu düşünceleri bir süreliğine dağıttı. Ancak üzülerek söylemeliyim ki, bu takım kazansa bile mental devamlılığı sağlayamıyor. Sürekli dalgalanan bu yapının tek çözümü, bir şampiyonluk. Ancak şampiyonluk gelmedikçe, bu psikolojik yük daha da artıyor ve sahadaki her basit hatada camia daha da geriliyor.

Bütün bu döngüyü kırmak ve Fenerbahçe’yi mental olarak daha güçlü hale getirmek için gelen Mourinho ise şu ana kadar beklenen etkiyi yaratabilmiş değil. Bu kadar kariyerli bir teknik direktörün, umduğumuzun çok altında bir takım yaratmış olması, camianın hayal kırıklığını daha da derinleştiriyor. Fenerbahçe’nin saha içindeki bu kırılgan yapısını düzeltmesi şart, aksi takdirde kazandığımız maçlar bile birer işkenceye dönüşmeye devam edecek.